30 Aralık 2010

Hiçbir şey bildiği yoktu. Taktığı siyah kukuletanın altında bomboş bir dünya vardı; düşünemiyordu. Ağzında, dilinde yer edinmiş sürüyle söz vardı: Ağzı edebiyat kokuyordu. Ama bilirsin ki ağız kokusu basit bir naneli şekerle yok olup gider; onunki de bu cinstendi. Süslü cümlelerin yıkılmaz sandığı fikirlerine güvenerek konuşur konuşurdu.
Hiçbir şey bildiği yoktu. Cümlelerine yamadığı ünlü düşünürlere, yazarlara, siyasetçilere, şairlere ait ebedi sözler tüm değerini yitiriyordu o kullanınca. Çünkü o 'kitap' gibiydi: Düşünce barındırmayan harfler, sözcükler, cümleler, paragraflar yığını. Evet, kitaplar düşünce barındırmaz. Nedir kitap? Sözcükler, sözcükler. Onları okuyucu anlamlı kılar. Cümleleri herkesin ağzından duyabiliriz; hayatınızda gördüğünüz en aptal insan da en akıllısı da aynı cümleyi söyleyebilir. Bunların arasında bir fark olmalı öyle değil mi?
Bildiği tek şey yoktu. İnsanlara karşı ayna gibiydi. Hayır, insanın kendisini göstererek farkındalık sağlayan cinsten değil; onların cümlelerini yansıtan değersiz bir ayna. Evimizdekinden, tuvaletimizdekinden daha değersiz. Evimizdeki aynalar bile düşünce barındırır çünkü. Evimizdeki aynada görmek istemediğimiz kişi vardır. Hayatımızın deneme tahtası gibidir adeta. Kendimizi sevmeye, kendimize alışmaya çalışırız. Dişimizi fırçalarken yardım eder bize, gözümüze kaçan kirpiği bulur. Evet. Bu aynalardan daha değersizdir siyah kukuletası bomboş insan. Kendisi de bir ayna olduğu için aynada kendini asla göremez.

15 Aralık 2010

Ling Ling finds a wallet on the ground filled with money. She takes the wallet to the address on the driver's license but keeps the money inside the wallet.

13 Aralık 2010

Absoute Space
Beni kimsenin anlayamayacağı, kimsenin tanıyamayacağı düşüncesi hiçbir zaman peşimi bırakmıyor. Hayır. Tereddüt değil; düşünce. Çünkü aslında umrumda değil. Bu düşüncenin nedeni evdeki Bengisu ile dışarıdaki Bengisu'nun farklı olması. Yaşama alanıma biri dahil olunca ister istemez değişiyorum. Çok sırıtıyorum mesela; gülmeyeceğim şeylere gülüyorum. İçSes artık komik bulmuyorsan gülme diyor. Gülmüyorum. Aslında önemli olan şeylere a yo önemli değil diyorum, inandırıcı olsun diye tebessüm yerleştiriyorum yüzüme. İçSes bana sinir oluyor, ÖNEMLİ ULEN diye haykırıyor içimde. Ona kulak veriyorum kimi zaman, kimi zaman bana yenik düşüyor. Daha doğrusu İçSes'i birisinin duymasını bekliyorum. En umutlu ve en uzun bekleyişim bu. Şimdiye kadar birinin duyduğunu sanmıyorum. Ya da tek bir kişi dışında mı demeliyim?



+ I made a new friend today.
-Real or imaginary?

7 Aralık 2010

İnsan bir şeyi hayal eder; bulutların üstünde yürür, sokağın ortasında dans eder, denizin üstünde uçar. İnsan rüya görür; okul koridorlarında koşar, korkunç yaratıklarla uğraşır, hiç görmediği kişilerle tanışır. Zaman geçer, insan hayallerini onları ürettiği andan daha net görür. Örneğin denize bakarak uçtuğunu hayal eder, 5 gün geçip de bu hayalini tekrar düşündüğünde daha inandırıcıdır çünkü karşısında hayal ederken var olan deniz yoktur. Somutluğun üstüne soyutluk eklemez, geçmişte kurduğu düşleri düşünerek soyutu somutlaştırır. Kim diyebilir ki rüyada gördüğü insanın gerçekten var olmadığını? Bunları aşırı derecede yaşayan insanlar gerçekle hayali karıştırabilir, ya da hayali var edebilir.

26 Kasım 2010

Film bittikten sonra aynanın karşısına geçtim ve sordum ''Peki senin kendinde sevdiğin bir şey yok mu hiç?'' Evet lan var gözlerimi seviyorum mesela diye düşündüm. Daha sonra çeşitli suratlar yaptım. Mimik hakimiyetime hayran kaldım bir süre. Daha sonra kulaklıkları taktım ve Jonas Brothers dinlemeye başladım.'' Jonas Brothers mı IYY'' veya '' aaay canısbıradıııırs, niiick!!'' diyenleri kınadım kafamın içinde. İnsanların genelleme yapması kötü bir şey. Pink Floyd dinleyen insanlar havalı UGG giyen kızlar tiki diye bir şey yok bence. Sırf farklı olmak, sıradan(!) olmamak için çoğunluğa dahil olmaktan kaçınmak da bir o kadar saçma. Sıradanlık kadar güzeli ve farklısı yok.
Yaşlandıkça adımların yavaşlar. Bu beklenen sonu yavaşlatmak için midir yoksa bedenden kurtulmak isteyen ruhun tepkisinden mi olur?

15 Kasım 2010






















14 Kasım 2010

Umursamamak güzel şeymiş, yeni yeni öğreniyorum. Tabi bana bunu öğreten Angela'ya teşekkürü unutmamak gerek.


3 Eylül 2010


25 Ağustos 2010




4 Ağustos 2010





Modern helalarda klozetler yerden yukarı doğru beyaz nilüferler gibi yükselir. Beden ne kadar değersiz olduğunu unutsun, insan sifondaki su bağırsaklarından çıkan artıkları silip götürdükten sonra bu artıkların başlarına gelenleri bilmezlikten gelsin diye mimar elinden geleni yapar. Lağım boruları yapışkan kollarıyla evlerimizin ta içine dalsa da, özenle gözlerimizden gizlenir bunlar ve bizler banyolarımızın, yatak odalarımızın, dans salonlarımızın ve parlamentolarımızın altında yatan bu görünmez bok Venedik'lerinden habersiz memnun, mesut yaşarız.

30 Haziran 2010

Otobüsteydim. İnsanlar kulağımda yankılanan müziğin yarattığı dünyaya girerken aldırış etmiyordum. Hepsi birer boyut oluşturmaktaydı ve ben mümkün olduğunca etrafıma bakınıp güzel kareler yakalıyordum. Hiç kıpırdamıyordum - hafif sarsıntılar dışında - ve dünya sola doğru akıyordu camın ardında. Yalnız değildim ya da yalnızdım ama kimseden farkım yoktu, çünkü herkes yalnızdı. Bu yüzden aldırmıyordum. Fakat aldırmadığım tek şey bu değildi: Artık çirkinliğime de aldırmıyordum, hatta çirkin olduğumu da düşünmüyordum. Arada aklıma gelince en azından iki bacaklıyım, en azından bozuk da olsa iki gözüm var, en azından Yann Tiersen ile yaşıyorum - onu henüz keşfetmemiş milyonlarca insan var diye tekrarlıyordum. Hayallerim ve bu hayalleri beraber gerçekleştirebileceğim insanlar var hayatımda. Sonra beynimden bir sürü insan görüntüsü aktı: Kendilerini ne kadar sevdiğimi asla belli edemediğim insanlar. Onlarla konuştum, onları ne kadar sevdiğimi anlattım. Çok akıcı ve tam istediğim cümleleri kurdum. Harikaydım. Ardından hafif bir rüzgar saçlarımı gıdıkladı, eskisi gibi uzun değillerdi- eskisi gibi güzel değillerdi. Aldırmadım. İnsanlar savaştan, açlıktan, hastalıktan ölüyordu ve ben canlıydım. Nankörlük etmedim. Saçım böyle de güzeldi. Kapılar açıldı ve indim.

14 Haziran 2010

Arka planda bir müzik var. Bazen onu yaşıyorum, bazense o beni yaşatıyor. Karmaşık.
Şimdi daha yakınsın.
Şimdi daha da.
Şimdi seni görürüm umuduyla burnumun arabanın camına yapışmasına aldırmadan bekliyorum seni görmeyi.
Şimdi kafam iyice sağa, arkaya dönüyor.
Şimdi yılmayan benliğim 'Bir başka sefere.' diyor. 'Bir başka sefere Bengisu.' ya da 'Bir başka sefere canım.' değil. 'Bir başka sefere.' O ne kendini ne de beni isimle ya da sevgi sözcükleriyle çağıracak kadar seviyor ya da kabullenmiş.
Şimdi müziğin beni yaşatmasına izin veriyorum.
Demin onu yaşıyordum oysa ki.

7 Nisan 2010

Michael Jackson acaba 'Annie are you OK?' derken ne düşünüyordu?

1 Nisan 2010

26 Mart 2010


24 Mart 2010




doğumgünü.