Hiçbir şey bildiği yoktu. Taktığı siyah kukuletanın altında bomboş bir dünya vardı; düşünemiyordu. Ağzında, dilinde yer edinmiş sürüyle söz vardı: Ağzı edebiyat kokuyordu. Ama bilirsin ki ağız kokusu basit bir naneli şekerle yok olup gider; onunki de bu cinstendi. Süslü cümlelerin yıkılmaz sandığı fikirlerine güvenerek konuşur konuşurdu.
Hiçbir şey bildiği yoktu. Cümlelerine yamadığı ünlü düşünürlere, yazarlara, siyasetçilere, şairlere ait ebedi sözler tüm değerini yitiriyordu o kullanınca. Çünkü o 'kitap' gibiydi: Düşünce barındırmayan harfler, sözcükler, cümleler, paragraflar yığını. Evet, kitaplar düşünce barındırmaz. Nedir kitap? Sözcükler, sözcükler. Onları okuyucu anlamlı kılar. Cümleleri herkesin ağzından duyabiliriz; hayatınızda gördüğünüz en aptal insan da en akıllısı da aynı cümleyi söyleyebilir. Bunların arasında bir fark olmalı öyle değil mi?
Bildiği tek şey yoktu. İnsanlara karşı ayna gibiydi. Hayır, insanın kendisini göstererek farkındalık sağlayan cinsten değil; onların cümlelerini yansıtan değersiz bir ayna. Evimizdekinden, tuvaletimizdekinden daha değersiz. Evimizdeki aynalar bile düşünce barındırır çünkü. Evimizdeki aynada görmek istemediğimiz kişi vardır. Hayatımızın deneme tahtası gibidir adeta. Kendimizi sevmeye, kendimize alışmaya çalışırız. Dişimizi fırçalarken yardım eder bize, gözümüze kaçan kirpiği bulur. Evet. Bu aynalardan daha değersizdir siyah kukuletası bomboş insan. Kendisi de bir ayna olduğu için aynada kendini asla göremez.