...
'İnsan yaşamak zorundadır - eğer ölemiyorsa. Tek soru, kişinin ne istediğini bilmesidir. Beyefendi ne istediğini biliyor mu?'
'A, evet,'' dedi Cyril, ''biliyorum. Ama bulamıyorum.'
'Kötü,'' dedi ihtiyar, ''herhalde doğru şekilde aramadınız.'
'Peki, doğru şekilde nasıl aranır?'
'İşte, avcıların geyikle yaptıkları gibi.'
'Açık söyleyeyim, dediklerinizi anlamıyorum.'
'Dediklerimi anlamıyorsunuz,' diye yineledi Tubal düşünceli düşünceli, 'bunu biliyorum, görüyorum, onun için bana geldiniz. Onur duydum. Beyefendi aramayı benden öğrenmek ister mi?'
'Rica ederim,' diye yanıt verdi Cyril alaylı bir tavırla. 'Karşılığında ne istiyorsunuz?'
'Hiçbir şey,' dedi ihtiyar ve biraz eğildi, 'ama bunun yasak olduğunu bilmelisiniz.'
'Yasak mı? Kim yasaklamış?'
'Tanrı,' diye yanıt verdi Tubal. 'Beyefendi Tanrı'ya inanır mı?'
'Şimdiye dek tanıştırılmadık,' karşılığını verdi Cyril kuru kuru.
'Yine de,' diye sürdürdü ihtiyar, 'Tanrı'nın dünyayı ve insanı yedi günde yarattığını biliyorsunuzdur?'
'Bunu duymuştum,' dedi Cyril.
'Bu iyi,' diye açıkladı ihtiyar, 'ama hakikatin yalnızca yarısı. Tanrı cenneti ve insanı yarattı. Sonra cenneti ondan aldı, o zaman insan yaşamak için kendine dünyayı yarattı. Hâlâ da yaratmaya devam ediyor.'
'Bence hava hoş,' dedi Cyril, 'yalnız bütün bunların benim sorumla ne ilgisi var anlayamıyorum.''
İhtiyar içini çekti ve bir süre düşündü.
'Bir adam vardı,' diye başladı sonunda, '-belki ondan söz edildiğini duymuşsunuzdur- birkaç yıl önce eski Troia'nın kalıntılarını ortaya çıkardı.'
'Heinrich Schliemann'ı mı kastediyorsunuz?'
'Evet, onu kastediyorum. Schliemann, adı buydu. Ortaya çıkardığı şeyin Troia olduğunu mu düşünüyorsunuz? Elbette, Troia'ydı. Peki neden Troia'ydı? Çünkü aradığı şeyi orada aradı - tıpkı geyiği vuran avcılar gibi. Onun için Troia oradaydı. Beyefendi demek istediğimi anlıyor mu?'
'Emin değilim,' diye itiraf etti Cyril. 'Yoksa siz önceden orada hiçbir şey olmadığını mı ileri sürüyorsunuz?'
Tubal heybetli başını yine salladı ve hafifçe dilini şaplattı. 'Neden anlamıyorsunuz? Bulduğu şey öteden beri oradaydı.'
Bir sessizlik oldu, sonra ihtiyardan sessiz bir gülme de olabilecek solur gibi bir ses çıktı.
'Bu şekilde insanlar her şeyi bulur, ilkçağlarda yaşamış canavarların ve hayvansı insanların kemiklerini bile -niçin? Aradıkları için. Bu şekilde bütün dünyayı yaratırlar, parça parça, ve bunu Tanrı'nın yaptığını söylerler. Ama genelinde de özelinde de zulüm ve şiddet dolu, açgözlülük ve anlamsız eziyet dolu haliyle şu dünyaya bir bakın ve bana söyleyin: Adaletli, kutsal denilen Tanrı böyle bir kusurluluğu nasıl yaratmış olabilir? Her şeyi yaratan insandır ve bunu bilmez. Bilmek istemez, çünkü kendisinden korkar, hem de haklı olarak. Kolomb da yeni dünyayı keşfettiği zaman onu aramakla kendisinin yaratmış olduğunu söylediğimde bana inanmak istemedi, çünkü o başka şey aradığını düşünüyordu.'
'Bir dakika,' diyerek araya girdi Cyril, 'yanılmıyorsam bu en az üç yüz yıl öncesiydi. Ve siz onunla konuştuğunuzu mu ileri sürüyorsunuz?'
Tubal'in derin göz çukurlarındaki ışıklar bir an için parladı, sonra yeniden karardı. 'Anlamıyorsunuz. Ama olsun, önemli değil. Benden söz etmeyelim. Yorgunum.'
'Bakın, dostum,' diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı Cyril, 'fikirlerinizi son derece ilginç buluyorum...'
'Filozof muyum ben?' diye çıkıştı ihtiyar. 'Teolog muyum? Bunlar fikir değil. Neden anlamıyorsunuz? Aradığınız şeyi hâlâ bulmak istiyorsanız elinizi daha çabuk tutmalısınız. Yakında hiç yer kalmayacak, yakında her şey bitmiş, sona ermiş olacak.'
Konuğuna kendisini izlemesini işaret etti ve onu kubbenin en arka köşesine götürdü. Kocaman, neredeyse insan boyunda bir yerküre duruyordu burada. Tubal küreyi döndürdü.
'Beyefendi kendisi görüyor,' dedi, 'dağlar, denizler, adalar, kıtalar, artık her yerde bir şey var. Başlangıçta her yer beyaz ve boştu. Şimdi pek az boş yer var, isterseniz kendinize boş bir yer arayın.'
Cyril hızla dönen yerküreye baktı.
'Peki,' diye sordu, 'bütün boş yerler kullanılınca ne olacak sizce?'
İhtiyar yine o tuhaf soluma sesini çıkardı, sonra şöyle dedi:'Ben ne bileyim? Göreceğiz. Belki de dünyanın sonu gelir. Ben öyle umuyorum. Onun için de bu işi yapıyorum.'
Cyril küreyi durdurdu. Hindikuş'ta küçücük, beyaz bir leke daha vardı. Parmağını onun üstüne koydu.
'İşte,' dedi.
Tubal başını sallayarak mırıldandı: 'Hay hay.'
...
Das Gefangnis der Freiheit